12/31/2011

Devrik Aşk Sözcükleri

Ben seni benzetmelerin ardına saklıyorum
Sen beni gizli öznelerin
Cümlelerimizde bile varolamıyoruz doğru dürüst
Ve hala ilk günkü gibi
Sen beni arka cebine koymak istiyorsun
Bense inatla "bir şey" olmak hayatında...


26.12.11
00.49

12/17/2011

Jiletlenmiş Umutlar

  Hiç intihar etmeyi denediniz mi ? Ya da en basitinden bir bileğinizi kesmeyi ? Büyük ihtimalle cevabınız hayır,mazoşist değilsiniz en nihayetinde. Çoğunuz kendine zarar vermek yerine etrafına zarar vermeyi tercih ediyor,ki bu sizin için daha mantıklı,değil mi ? Bence intihar sanıldığı ve düşünüldüğü aksine güçsüzlük değil,güçlülük sonucu doğan bir şey. Kim hayatını sonlandırmaya cesaret edebilir ki ? Ben edemem sanırım,kendimi hiç o kadar güçlü düşünmedim,düşünemedim. Ama dediğim gibi,intiharı genelde hayattan bezmiş,artık dayanamayan insanların bulabildiği tek çıkış yolu olarak lanse ediyorlar... Şu açıdan bakıyorlar mı,çok merak ediyorum. Bu dünyaya kendi isteğimizle gelmedik ve yaşamaya zorlandık. Oysa ben yaşamak istemiyorsam,gideceğim yer alevlerin ortası mı olmalıdır bize hep söylendiği gibi... Her zaman mükemmel yaratılmış bir dünyadan bahsediliyor,bazen şöyle durup bakıyorum da,aynı dünyada mıyız acaba diye merak ediyorum. Ya da ben şizofrenim ve hayal dünyamda yaşıyorum. Çünkü görebildiğim acı dolu,ölmekte ve öldürmekte olan bir yer. Ve kendini kandıran on binlerce insan.Yaşam bu demek olmamalı. Ve eğer görüp görebileceğimiz şeyler bunlarsa,insanlara yaşam dayatılmamalı. 
  Çok yaşamadım,ama mutluluğun hayalci bir kavram olduğunu anlayabilecek kadarını görebiliyorum. Hayır,anlık tebessümler ve minik sevinçlerden bahsetmiyorum,mutlak mutluluk anlatmak istediğim. Ve ben bu örselenmiş duygularla,kendi intiharını çoktan etmiş umutlarla sanırım ona hiç ulaşamayacağım...

12/10/2011

Uyanış

  Işık,odanın içine huzmeler halinde süzülüyordu. Öyle eski döşenmiş bir odaydı ki,kendinizi bir elli yıl öncesinde hissetmenize sebep olabilirdi. Duvardaki sarkaçlı saat bile sanki yavaşlamış,geçmişle beraber zamanı ilerletiyor gibiydi. Bu fosilleşmeye yüz tutmuş odadaki yegane canlılık belirtileri pencerenin önüne gelişigüzel bırakılmış bir saksı menekşe ve duvarın kenarındaki divanda neredeyse yarı çıplak uzanmış genç kızdı. Sıcak bir yaz gününde bunalmışa benziyordu,uzun bukleli saçlarını geriye atmış,buna rağmen ter damlacıklarının boynundan göğsüne süzülmesini engelleyememişti. Kız güzeldi,hatta bu pespaye oda için fazla güzeldi. Film yıldızlarını andıran bir sıfatı ve vücudu vardı. Hatları sarı elbisesinden seçilebiliyordu. Gözleri kapalıydı,ancak göz kapakları titreşiyordu.Nefes alışverişi de uyuyora benzemiyordu zaten.Yarı açık pencereden çocuk sesleri duyuluyordu. Hafifçe araladı gözlerini,güneş yüzündeydi. Bir elini kaldırıp toz zerreciklerine dokundu. Gözleri,yüzüne yansıyan güneşin rengindeydi,ışık saçıyormuşçasına da parlaktı. Sonra doğruldu yattığı yerden. Sarı elbisesinin düğmelerini ilikledi ve süt rengi bedeninin geri kalan bölümlerini de örtmüş oldu böylece. Sarkaçlı saate şöyle bir baktı ve iç geçirdi. İşte vakit gelmişti,birazdan burada olurdu. Parlak gözlerine bir perde indi,oda da aynı anda gölgelere gömüldü. Bir bulut güneşin önünü kesmişti. Başka bir odaya yöneldi ve elinde dumanı tüten bir kap ve ufak,desenleri solmuş bir tabak getirip ufak masaya koydu. sonra tekrar oturup beklemeye başladı. Odada nefes sesi ve saatin sarkacının sesinden başka hiç ses yoktu. Beş dakika geçti. İçinden,gelmek üzeredir diye geçiriyordu. On dakika oldu,on beş,yirmi... Yarım saatin sonunda kabı alıp içeri götürdü. Bir yandan da merak etmiyor değildi. Daha önce hiç gecikmemişti. Endişe değil de,salt meraktı bu... Karanlık çökmeye başlıyordu. Güneş de artık elini çekmişti odadan. Sıkılmaya başlamıştı kız,bir an önce gelseydi de odasına çekilebilseydi. Boş gözlerle oturmaya devam etti. 
                                       * * * 
  On dokuz yaşındaydı genç kız. On altısındayken anne ve babasını trajik bir biçimde kaybetmişti. O zamandan beri de tek akrabası dayısıyla yaşıyordu. Aynı zamanda vasisiydi dayısı,ama dışarıdan bakan biri onları karı-koca sanardı mutlaka. Gün içinde evden adımını atması yasaktı,yemek yapacak,evle ilgilenecek ama asla dışarı çıkmayacaktı. dayısı eve gelince de ona hizmet edecek,gönlünü hoş tutacaktı. oysa başlarda katlanabilirdi yaşamı. Henüz canavarımsı yüzünü göstermemişti dayısı,dilediği gibi okula gidebiliyor,arkadaşlarıyla vakit geçirebiliyordu. Kız çok güzeldi,tıpkı annesi gibi. O geçerken dönüp bakmayan olmazdı,tıpkı porselen bebekler gibi narin ve zarifti. Dayısının onun dışarı fazla vakit geçirmesinden hoşnut olmadığını biliyordu. Sözcüklere dökülmemişti henüz,ama sezinliyordu. Önce okul saatleri dışında çıkması yasaklandı,okul bittikten iki hafta sonra da patlak verdi o uğursuz gece. Sinemadan dönmüştü genç kız,karanlık çökmüştü. İçeri girer girmez bir terslik olduğunu anladı. Dayısı masada onu bekliyordu. Sonra ne olduğunu anlayamadan dayısını bağırır,eline ne gelirse fırlatır ve tükürükler saçarken buldu. Ve birden ani bir hareketle yapışıverdi kızın güzel saçlarına. Yüzünü yüzüne yaklaştırıp bir daha asla dışarı adım atmayacağını söyledi boğuk bir sesle ve kapıyı vurup çıktı. Kız öylesine korkmuştu ki,olduğu yere yığılıverdi,ne kadar olduğunu bilmediği bir süre de orada öylece kaldı...
  O günden beri o lanet evde hapis ve hizmetçi hayatı yaşıyordu. Ama belki de en beteri cumartesileri eve çok sarhoş gelen dayısının tacizine maruz kalmasıydı. Haftanın en nefret ettiği günü cumartesiydi bu yüzden. Çok kez kaçıp gitme planları yapmış,ama hiç başaramamıştı. Tam üç senedir bu lanet üzerindeydi,ve elinden hiçbir şey gelmiyordu.
                                     * * *
  Delice çalınan kapıyla beraber içinin geçtiği divandan sıçrayıverdi. Zifiri karanlık çökmüştü nerdeyse. Önce uyku sersemliğiyle ne yapacağını bilemedi,sonra üstünü başını düzeltip kapıyı açmaya koştu. Kapıda iki zabıt ve bir adam duruyordu. Şaşırmış ve biraz da korkmuştu. Dayısının ismini verip onun evi olup olmadığını sordular. Titrek bir sesle onayladı. Sonra zabıtlardan biri içeri girmek için izin istedi. Kız geri çekildi ve girmelerine izin verdi. Sonrası onun için bir hayal gibi geçip gitti. Adamlardan ikisi gördüğü üzere bölge zabıtıydı. Ona pek iyi haberleri olmadığını söylediler. Dayısının akşam saat on sularında şehirdeki köprünün altında bıçaklanmış bir şekilde bulunduğunu,yanlarındaki adamın onu bulduğunu ancak o bulduğu zaman artık çok geç olduğunu ve katilin hala arandığını söylediler. Genç kız gerisini duymadı. Bitmişti artık. Her gün akşam yediyi beklemeycek,odasına çekilmek için izin istemeyecek,cumartesi geceleri erkenden yatıp hoyrat eller vücudunda gezinirken uyuyor gibi görünmeye çalışmayacak,nefret ettiği,iğrendiği bir adamı memnun etmek için uğraşmayacaktı. yeniden güneşi her hücresinde hissedebilecekti. Gözyaşları yanaklarından süzülmeye başlamıştı. Hüzünlendiğini sanmıştı zabıt,elini omzuna koydu. Oysa bunlar mutluluk,özgürlük yaşlarıydı. İpleri tekrar kendi ellerindeydi. Onu o eve bağlayan tek şey önündeki üç adamdı artık. Kanatlarını hissedebiliyordu,uçmak üzereydi,biliyordu. Ama biraz daha yeryüzünde kalmalıydı. O an kararını verdi,dayısının zulaladığı tüm parayı alıp ülkeden ayrılacaktı. Tüm anıları yok edecekti benliğinde. Adamların ayağa kalktığını farketti sonra,onları kapıya kadar götürdü. Ağladığında elini omzuna koyan zabıt çıktıktan sonra döndü ve "Kaybınız için üzgünüm." dedi. Kızsa sadece "Teşekkür ederim..." diyebildi. Zabıt,onu tekrar hayata döndüren haberi verdiği için teşekkür ettiğini hiç bilmeyecekti... 


  Minikbirnot: Bu yazıyı içimdeki boşluk ve hapsolmuşluk duygusuna ithafen yazdığım doğrudur...

10/06/2011

Belki De En Temiz Aşktı Onlarınki, En Yaşanamayan Aşk...

  


  Bazen etik olanla içinizdeki arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsınız.
  

  Endülüs'te bir akşam güneşi daha batıyordu...
  
  O,onun saçlarına dokundu. Dokundu. Saçlarına. Söylediği her satırda o vardı. Farketmese bile.


  


  "Sihri nasıl inkar edebilirdim. Yanı başımdayken..."


  


  Ve O, onun dudaklarına dokundu. Suyun içinde alev almışlardı. Dokundu. Dudaklarına.


  Bir sihrin yanı başında gerçekle buluştuğunu görmüştü O. Nasıl inkar edebilirdi...


  Figueres'te bir sabah güneşi aydınlattı her yeri...


  Onlar küle dönüşeceklerdi. Bir hayalet olmaktansa küle dönüşmek daha iyi değil miydi sanki.


  Sonra o, O'nu öptü. Bir daha. Bir daha. Bir daha... Hapsettiği her şeyi dışarı çıkardı. Arzuladığı her şeyi...


  


  "O'ndan hiç utanmadım. O hep benimleydi, benimdi. Tertemizdi. Tıpkı derisi yeni soyulmuş bir hayvan gibi. Çıplaktı. Ve tertemizdi."


  


  Onlar tek vücut olamasalar da,hep tek ruhtular.


  Madrid'de iki güvercin, birbirinden habersiz, aynı anda gökyüzüne havalandılar. 


  


  "Ve ben senin duygularındaki korkuyu gördüm..."


  


  O,yüreğinde korkuyu hissettiği an O'nu yaraladı. Belki de doğru değildi. Beraber olmamalılardı.


  
  Ama dokunduğu her tende onu görmesi adil miydi? Yaşanılanların bir sonu yoktu ama özlem hep içlerini kemirdi. Peki ya onun bir başka tene dokunmasını görmek... Dayanılabilir miydi?


  Ve küçük kız,senin aşk sandıkların hiç onlarınki gibi değildi. Onlar gibi acıyla sevişmedin her dokunuşta ellerinden kayıp giderken. Onlar gibi olamadın hiç, onlar da bir daha olamadılar hiç. Eskisi gibi.. Eski. Gibi.


  Onların ateşini suyun içinde yakan,kendileriydi. Aralarındaki güçlü bağdı. Ayrı kaldıklarında ise bir damla su bile o ateşi söndürmeye yetti…


  


  Endülüs'ten beyaz bir güvercin havalandı. Bir daha dönmemek üzere...


  Madrid'de beyaz bir güvercin beyaz kanatlarını katrana buladı. Sevgilisinin yasını hep üzerinde taşısın diye.


  Ve bir daha kimse onlar gibi olamadı. Katrana bulanmış yaslı kalpleri hep içlerindekini değil,etik olanı tercih ettiler. O yüzdendir onlar da gerçek sevgiyle yok oldular belki de. Belki. De...





8/14/2011

Yeni Bir Hikaye Uyanır Belki Tozlu Sayfalardan



  Uyandım... Elim yine diğer elimi kavramıştı. Ama bu şekilde uyandığım günlerin aksine,bugün yastığımda bir ıslaklık vardı. Ellerimi gözlerime götürdüm. Ipıslaktılar. Rüyamda ne gördüğümü anımsamak için kendimi zorladım. Beni bu kadar ağlatacak şey,gerçekten içime işlemiş bir şey olmalıydı. Anımsayabildiğim tek şey bir çift belli belirsiz gözdü. Onun dışında ise karanlık. Kalkıp yüzüme biraz soğuk su çarptım. Canım bir şeyler yemek ya da içmek istemiyordu. Elim cep telefonuma gitti birden. Ekranında hiç bir yeni çağrı ya da mesaj yoktu. Bir şeyler beklediğimi sanırsınız,ama mesaj bekleyebileceğim kimse yoktu. Hayatım,evim kadar boştu. Ve ben bu eve girdim gireli bu ev hiç dolu olmadı. Bir sığınak gibiydi sanki benim için,ama sadece o kadar. Hiç bir zaman yuva sıfatını göremedi benden. Son zamanlarda zihnimde sürekli boşluklar hissediyordum,kafamın içinde sanki bir sis bulutu varmış gibi. Ve birini bekliyordum sanki,o gelince herşey düzelecekmiş gibiydi. Tüm hayatımı avucunun içine alıp tıpkı güzel bir heykel olmayı  bekleyen çamurmuş gibi şekillendirecekti. Ama işin kötü yanı,onu nerede bulabileceğimi,ya da öyle biri olup olmadığını bilmiyordum. Sadece gelecekmiş gibi bekliyordum. Geldiğinde beni neden bu kadar beklettiği için azarlayacaktım onu. Şimdilik sadece bekliyordum...
...
Yaşamın acıyla dolu olduğunu bilmem için kötü şeyler yaşamam gerekmezdi. Ama hiç korkak bir insan olabileceğimi düşünmemiştim. Sizi üzen şeylerden kurtulmak,eğer kurtulamıyorsanız onları zorla yok etmek korkaklıktır. Böyle bir yola kim başvurabilir ki derdim bana sorsanız. Hani belki fazla klişe olacak ama "Kal ve savaş sürtük ! " diyen kimse de olmadı bana. Belki kalıp savaşırdım. Unutmak her zaman en iyi çare olmuyor ki. Bazen hatırlamaya da ihtiyaç duyuyorsun. Ya unutamıyorsan ? Ve bu sana acı veriyorsa... Kalıp savaşmalı mısın,yoksa beyaz bayrağı emin ellere teslim edip içinde bir ukdeyle yola devam mı etmelisin. Sanırım beyaz bayrağımı sandığımdan çıkarıp yerine kara mendilimi koymuşum ben...
...
Arkamdan adımın seslenildiğini duymuştum ama dönüp arkaya bakışım tıpkı filmlerdeki gibi ağır çekimde saniyeler uzatılarak olmuştu sanki. Adımı söylemişti hafif bir şaşkınlık tınısı ile birlikte sesinde. Döndüğümde burun buruna geldiğim adamı görmedim,gördüğüm tek şey gözleriydi... İçlerinde bir ışığı saklayan gözlerdi bunlar,dışarı fışkırmaya yer arıyorlardı sanki. Gördüğüm en güzel gözlerdi bunlar,rengini tam olarak anlayamadığım ama çok aşina olduğum gözlerdi. Uzun ve sık kirpiklerle çevrelenmiş,içimde öpme isteği uyandıran gözler. Rüyamdaki gözler... Ve bunu anımsadığım an,beynime sanki bir anı ve duygu akışı başlamıştı. Kendime zorla unutturduğum,daha doğrusu unutturulduğum her bir saniye tekrar zihnimde canlanmıştı. Tekrar yaşasaydım her birini,eminim bu kadar gerçek olamazdı. Belki o gün onunla göz göze gelmeseydim hiç bir zaman hatırlamayacaktım,hayatıma hep gelmeyecek birini bekleyerek devam edecektim... Oysa o gözler yeni ama tanıdık bir dönemin başlangıcı olmuştu...

8/10/2011

Seni Beklerken Sona Geldim

Son yaprağımı da düşürdüm. Dondurucu kış geldi beni dağıtmaya. Fırtınalarıyla attı kıyılarımdan denizin dibine.
Son vurgunumu yedim ben. Artık nefes alamıyorum. Yüzeye ulaşamıyorum. Yavaş yavaş batıyorum,kimse farkında değil. Anlatmak istiyorum,haykırmak ama ağzımı açtığım an akciğerlerim parçalanıyor...
Son yaprağı tükendi defterimin,artık yazacak bir yer bulamıyorum. Silmek istiyorum,hatta yırtıp atmak,gücüm yetmiyor.
Son gözyaşımı akıttım içimdeki nehirden. Artık istesem de ağlayamıyorum. Gülemiyorum da,boş boş bakıyorum boşluğa...
Son şansımı da tükettim ben kendime tanıdığım,artık eskisi gibi olamıyorum. Bakanlar beni göremiyorlar,içim kanıyor ama kimse anlamıyor...
Son kez konuştum artık,ağzımı açınca söyleyecek kelime bulamıyorum. Sessizliğimle konuşuyorum yalnız,o da
benim kadar yalnız...
Son uykuma dalacağım ben sanki,rüyalarım korkutuyor beni benden... İçimi deşecekler diye korkuyorum,suretini görmekten korkuyorum zihnimde.
Son umudumu da yitirdim ben,artık kalbimin sesini duyamıyorum...

7/26/2011

Bir Kız Varmış,Yazar,Yazar,Yazarmış...

  Nasıl başlayabilirim bilmiyorum,bir yazıya başlamakta,duygularımı karşımdaki insana aktarmakta olduğu kadar başarısızım. Tıpkı kar taneleri gibi düşmeli sözcüklerim,yavaş ve zarifçe,boğazımda düğümlenmemeli. Ne kadar zaman oldu bilmiyorum yazmayalı,belki birkaç ay… Nasıl dayanmışım,sanki bu birkaç ayı hatırlayamıyorum. Öyle hızlı,kayıp gider gibi geçti ki zaman,farkına bile varamadım uzaklaştığımın. Şimdi,yalnız kalıp kendimi dinleyebildiğim gecelerin en nadirinde belki de,en sevdiğim kalemimle ve soğuk olduğu kadar mağrur kağıtların eşliğinde olmasa da,bir şekilde yazabiliyorum. Ama yazıyorum ya,yeter.
  
  Duyguları tadına vararak yaşamayı seçenlerdenim sanırım. Zamanı boşa harcamayı sevmeyenlerden… Hayallerimin peşinden koşmayı tercih ettim. Belki yetmeyecekler bazı şeylere,belki yarım bırakacaklar,nasılsa yarım kalmaya alıştım. Ama beni mutlu edecek,hayata tutunmamı sağlayacaklar. Kaybetmekten korkmayacağım çünkü kendi isteğimle bir yola başlamış olacağım. Vazgeçirmek isteyenler öyle çok ki,ama bu benim yolum,başkalarının değil,benim isteklerim,arzularım ile şekillenmeli. Sadece yaşamak için değil,dopdolu yaşamak için… Kendi ellerimle yarattığım bir yol olmalı bu,gözyaşlarım ve sevinçlerimle yönünü bulmalı. Zaten yaratmış olduğum dünyamda bana rehber olup mutlu etmeli.
  

  Kabul ediyorum,insanlara çabuk inanıyorum. Biliyorum ki tecrübesizliğimden. Biliyorum ki yaşamın acımasızlığından. Tıpkı bir labirent gibi,doğru yolu bulmak için kaybolman gerek. Şimdiye kadar çok kez kayboldum,ve biliyorum ki daha çok kez kaybolacağım çünkü labirentlerin en büyüğündeyim… Ama bir şekilde ilerliyorum. Ya bir de şey var,ben hep kendim oldum.Ne bileyim,başarısızlıklarım,hayal kırıklıklarım falan çok oldu. Ama kişiliğimden hiç ödün vermedim diyebiliyorum.  Bu da bir başarı sayılır işte. Neyse çok da uzatmak istemiyorum daha ilk yazıdan. Sadece biraz yazmak istedim,ortaya çıkanlar bunlar…